Kötü Ekonomi ve Ruh Sağlığı

Son zamanlarda ülkemizin içinden geçtiği sosyal ve ekonomik zorluklar nedeniyle karşılaştığım çoğu insan “sizin işleriniz bugünlerde çok yoğundur” şeklinde yorumlar yapmaya başladı. Buruk bir yüz ifadesi ile karşıladığım bu yorumlar üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Klasik iktisat bilgilerine göre insanların arzuları sınırsız ama imkanları sınırlıdır. Bu açıdan düşünüldüğünde ekonominin temelinde insan davranışları vardır. Psikoloji ve sosyolojiyi içine almayan iktisadi yaklaşımlar başarılı olamamıştır. Eski iktisat teorilerine göre insan davranışları rasyoneldir ve herkes rasyonel davranıp faydayı maksimize etmeye çalışırsa piyasada görünmez el devreye girerek piyasayı işler hale getirir. Oysaki iktisat tarihçilerinin yaptığı araştırmalara göre geçmiş, insanların rasyonel davranmadığı örneklerle doludur. Bu yüzden özellikle son 20 yılda Davranışsal Ekonomi ön plana çıkmıştır. Bu modele göre beklenti, korku, mutluluk, motivasyon, risk algısı gibi insana özgü duygular iktisadın merkezindedir. Bu duygular bireylerin rasyonel davranmasına engel olmaktadır.  Bir psikiyatrist olarak olayın ruh sağlığı ile ilgili kısımlarına yavaştan geçelim.

Bir ülkenin ekonomisi kötüye gitmeye başladığı zaman beklentiler bozulur, işsizlik artar, mevcut çalışanlar işsiz kalma korkusu yaşarlar. Şirket patronları ödeme darlığına düşer, esnafın işleri bozulur. Hane halkı borcunu ödeyemez durumuna düşer. Borçlu olmayanlar tüketimi kısar. Böylece ülke ekonomisi küçülür.

Birey bazında hareket edecek olursak; işsizlik depresyon, kaygı bozuklukları oranlarının anlamlı derecede artmasına neden olan bir durumdur. Bu artış oranı geçmiş ekonomik krizlerde yapılan araştırmalara göre yaklaşık 2 katıdır. İşsizlerin intihar oranları ve intihara teşebbüs sonucu ölüm oranları daha yüksektir.

Çalışan kişi ekonomik kriz veya resesyon durumlarında işini kaybetmekten korkar ve umutsuzluğa kapılır. Yapılan araştırmalara göre işsizlik oranı yükseldiğinde işyerlerinde mobbinge maruz kalma oranları artmaktadır. Mobbing, korku, umutsuzluk Anksiyete (endişe-kaygı) ve depresyon tetikleyicilerindendir.

Anksiyeteli insanların önemli özelliklerinden biri de “Belirsizliğe Tahammülsüzlük”tür. Mevcut ekonomik durum belirsizliği arttırmakta ve anksiyete artmaktadır. Belirsizliğe bir de fiyat belirsizliği açısından bakmak gerekir. Yüksek enflasyon, artan kur fiyatlarda oynaklığı artırmaktadır. İnsanların zihninde “kontrat günü dolduğunda kiram ne kadar olacak”, “patron ne kadar zam yapacak”, “kiracım kirayı ödeyebilecek mi-çıkar mı”, “soğan-patates ne kadar olacak”, “faturalar ne kadar gelecek” gibi sorular tekrarlanmaktadır. Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde iktisadi-ahlaki erozyonun daha fazla olduğu bildirilmektedir.

Anksiyete arttıkça agresyon artmakta bu agresyon kişilerarası ilişkileri etkilemekte böylece çiftlerin ve ailelerin ilişkileri bozulmaktadır.

Ülkemizde son aylarda gıda fiyatları hızla yükselmektedir. Ülkede 1994, 2001, 2008 krizleri ile kıyaslandığında diğer krizlere oranla hane halkını en çok etkileyen etmenlerden biri budur. İnsanlar bazı arzu ve ihtiyaçlarını erteleyebilirler ancak gıda alımını erteleyemezler. Üreticinin girdi maliyetleri nedeniyle zarar edip üretmediği bir ürün (meyve-sebze) bir müddet sonra arz daha da azaldığı için fiyatı mevcudunda üstüne çıkmakta ve kıtlık başlamaktadır. Bulunamayan bulunsa da satın alınamayan gıdalarla beslenemeyen bireylerde vitamin, mineral eksiklikleri, yetersiz veya dengesiz kalori alımı, tek tip beslenme gibi durumlara neden olmaktadır. Bu kötü beslenme birçok psikiyatrik bozukluğa zemin hazırlayacak şiddettedir.

İşsiz insan sosyal güvencesiz insan demektir, sosyal güvencesi olmayan insan sağlık hizmetlerine ulaşamaz. Sağlık hizmetine ulaşamayan kişide ruh ve beden sağlığı bütünlüğünden bahsedemeyiz. Her ne kadar son yıllarda Genel Sağlık Sigortası tarzında destek sistemleri de olsa insanlar GSS primlerini ödeyememektedir. Esnaf ta Bağ-Kur borçlarını ödeyememektedir.

Ülkelerin ekonomi yönetimlerinin ve merkez bankalarının görevleri arasında ekonominin “istikrarlı” bir şekilde büyümesini sağlamak vardır. Bu büyüme bazen küresel konjonktür nedeniyle aşırı hızlı olabilir. Bağımsız merkez bankalarının görevlerinden biri de ısınan ekonomiyi dengelemektir. Hızlı büyüme sırasında insanlar paraya (ve belki de dövize) kolay ulaşırlar. Yurt içi ve dışı tatiller, sık değiştirilen cep telefonları, yüksek kredi ve kredi kartı limitleri, kredi kartına uzun vadeli borçlanma, kaliteli ithal otomobillere ulaşım kolaylaşır. Bunlar insanların tüketim eğilimi ve bundan aldığı haz düzeyini değiştirir. Bunları tadan ve bu hazzı devam ettirmek isteyen tüketici mevcut durgunluk döneminde önceden yükselmiş olan arzularını tatmin edemez. Bu da kişide bir kayıp-yas süreci yaşatır. Kayıp yaşayan birey depresyon benzeri semptomlara sahiptir. Bireysel olarak yeni durum “kabullenene” kadar hayal kırıklığı devam eder.

Bir birey nasıl işini, parasını, zenginliğini, sağlığını kaybederse bunu kabullenmesi zaman almaktadır. Kaybın kabullenilmesinin İnkar-Öfke-pazarlık-depresyon ve kabullenme şeklinde aşamaları vardır. Bu süreç ne kadar uzun sürer veya bir evrede ne kadar takılı kalınırsa süreç patolojik bir hal almaya başlar ve tamamlanamaz. Bu kayıp yöneticiler için de geçerlidir. Yöneticilerin yükümlülüğü takıldıkları (muhtemelen inkar) evreyi hızlıca geçmeleri ve aklıselim politikalarla sağlıklı önlemler almaktır.

Sonuç olarak bozuk ekonomik ortamlarda ruh sağlığı ciddi oranda etkilenmektedir. Bununla birlikte bireysel ruhsal destek dışında ruh sağlığı profesyonellerinin eli kolu bağlıdır. İvedi ekonomik önlemler yanında Sosyal destek politikaları (özellikle istihdam) ve sağlık güvencesi ciddi önem taşımaktadır.

Not: Bir psikiyatrist olup bir iktisatçı olmadığımdan dolayı ruh sağlığı dışındaki alanlarda yapılan yorumlar genel kültür seviyesindedir. Bu açıdan sosyolog ve iktisatçılardan sınır aşımı konusunda affımı isterim. Bu bir fikir yazısıdır.

DR.Sabri Burhanoğlu - Randevu Al