Kişinin İç Dünyası ve Adalet Kavramı

Son zamanlarda danışanlarıma seanslarda hayatın adil olmadığı ile ilgili daha fazla seyler söylemeye başladığımı hissettim. Toplumsal olarak daha adaletsiz bir yapıya doğru mu ilerliyoruz yoksa bugünlerde ben mi bu konuya takıldım bunu çözmek üzere adalet üzerine yazmaya karar verdim.  Psikolojide Adalet kavramı ile ilgili yaptığım araştımalarda Adalet kavramından çok “ahlak” kavramı karşıma çıktı. Ahlak, hukuku etkileyen bir olgu olduğundan adalet duygusundan uzak tutulamamaktadır. Ahlaki ilkeler temelde bir toplulukta yapılması uygun olan ya da olmayan davranış ve tutumların ifadesidir.  Bunu başka yazı konusu olarak görüp felsefi kaynaklara yöneldim. Filozoflar ve antropologlar olmasa biz psikiyatristler ne yapardık acaba diye düşünmeden edemiyorum.

Adalet kavramı, etnik, hukuki, rasyonel ve dini temellerde, çeşitli tarihi, toplumsal ve kültürel arka planlarda farklı anlamlar taşımaktadır. Tarihte adaletin ele alınışına baktığımızda karşılaştığımız temel tartışmalardan biri evrensellik ve görelilik tartışmasıdır. Adalet kavramının tek bir tanımını yapmak zor olsa da adaletin, daima muhakemeye açık, büyük ölçüde göreli, bireysel, kültür ve gelenekten köken alan, dinamik bir arayış olduğunu; asla salt teknik, analitik, formel bir arayış olmadığını söylemek mümkündür.

Adalet kavramını düşündüren faktör aslında ortada “hak çiğneme ya da hakları gözardı etme konusuyla ilgili olduğu söylenen”  adaletsizliğin olmasıdır. Adalet duygumuz bir ilkeyle değil, ‘Bu haksızlık!’ diyen bir hisle başlar.  Adaletsizliği yaratan ve adaletsizlikten etkilenen taraflar vardır ve bu taraflar çoğunlukla haklı ve haksız taraflar olmak üzere nitelendirilirler. Adalet duygusunun tarafsızlığı değil taraf tutmayı gerektirdiği düşüncesi de bunu desteklemektedir. Bu duygu kişisel sorumluluk duygumuzu uyandırır ve taraflardan birini suçlamak ve bir diğerini övmek, doğrulamak şeklinde ortaya çıkar. Dolayısıyla adaletten bahsederken ve olayları adalet açısından değerlendirirken en çok kullandığımız ve karşılaştığımız terimler ‘haklı’ ve ‘haksız’ terimleridir.

Hak; “İnsana Tanrı, kral, yasa, toplumsal bilinç ya da gelenek gibi bir otorite kaynağı tarafından verilen, desteklenen, kutsanan yetki, özgürlük ya da ayrıcalıktır. Bireylere toplumsal ilişkiler ve ahlâki bakımdan tanınan davranış özgürlüğüdür.” Haklar, doğal hak, ahlâki hak, hukukî hak, siyasi hak, vatandaşlık hakları, insan hakları ve kişisel haklar olmak üzere sınıflandırılabilir.

Doğal haklar, her zaman ve her yerde geçerli olan haklardır. Bir başkasına devredilemeyecek ve hiçbir şekilde vazgeçilemeyecek hak ve özgürlükler olarak anlaşılır. Bu hakların en belli başlıları, yaşam, özgürlük, eşitlik, mutlu olma, çalışma gibi haklardır.

Ahlaki haklar; Kabul edilmiş standartlara uyduğu, Tanrı’nın isteklerine uygun düştüğü, ideallerimizi somutlaştırdığı; başkalarının çıkarlarına zarar vermediği ve kendilerinin ahlaki değerleriyle ilgili sağlam kanıtlar bulunduğu için, belli eylem ya da faaliyetleri gerçekleştirme hakkına, ahlaki hak adı verilir.

Hukuki haklar; Hukuki sistemi, ithamlara karşı savunma, başkalarını suçlama, başkaları karşısında korunma, yasaları değiştirme gibi işlerde kullanma, bütün bu konularda yasa karşısında eşit muameleye tabi olma türünden haklara ise hukuki haklar adı verilmektedir.

Bireylerin çabaları, becerileri, yetenekleri ve katkıları ölçüsünde hak ettiklerini alması gerektiği inancı toplumsal adalet duygusu ya da toplumsal eşitlik (hakkaniyet) duygusu olarak adlandırılmaktadır.

İnsanlar belirli bir ölçüde toplumsal adalet doğrultusunda bir baskı duymakta ve adaletli olmak için belirli bir eğilim sergilemektedir. Ancak bu, herkesin her zaman herkese karşı adaletli davrandığı ya da davranacağı, dünyada aç gözlülük diye bir şeyin olmadığı ya da insanların hak ettiklerinden daha fazlasını aldıklarında memnun olmayacakları anlamına gelmemektedir. Bu sadece adaletli bir insan olmayı benimsemiş bireylerin ne olursa olsun sürekli olarak haklı olana yönelme ve hakkı yerine getirmeye çalışma eğilimlerini vurgulayan bir genellemedir. Bireylerin duygu, düşünce ve tutumlarında adaleti gerçekleştirmeye yönelik bu çabalarını ifade eden kavrama içsel (psikolojik) adalet denmektedir. Ruh sağlığı profosyonellerinin ilgi alanına giren adalet kavramı bu kavramdır.

Hakkaniyet kavramı bizi adaletin kapsamındaki başka hususlara götürür. Bunlar kişinin kendisini yapılan bir iyilik karşısında borçlu hissetmesi ve bir karşılıkta bulunma yönünde hissettiği baskıdır. Bireyler, toplumlar vb. arası ilişkilerde, olumsuz bir durum ya da kötü bir davranışın karşısında da hak ettiği karşılığı verme yönünde bir eğilim bulunmaktadır. Yani karşılıkta bulunma yönündeki hisler burada karşımıza intikam, öç alma şeklinde çıkmaktadır. Seanslarda bu “minnet” ve “intikam” duyguları çok ön plana çıkmaktadır.

Hakkaniyet ve adalet duygusu denildiğinde akla gelen bir başka kavram da ilahi adalet kavramıdır. İlahi adalette insanlar için hak, hukuk ve adalet tanrının buyrukları ile gerçekleşmektedir. İnsanların haklarının korunması; haklının hakkını alması, haksızın cezasını çekmesi ya yaşarken ya da öldükten sonra mutlaka ilahi adalet tarafından gerçekleştirilecektir.

DR.Sabri Burhanoğlu - Randevu Al