Depresyon ve Depresif Bozukluk

Depresyon, yaygınlığı ve kronik bir hastalık olması sebebiyle bütün kronik hastalıklar arasında yetiyitimi işlev kaybı iş görmezliğe yol açan başlıca sebeplerden biridir bu nedenle depresyonun tanınması ve etyolojik faktörlerin belirlenmesi önem taşımaktadır.

Depresyon sözcüğü; çökkünlük, kendini kederli hissetme, işlevsel ve yaşamsal aktivitenin azalması gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kelimenin kökeni olan ‘depress’ sözcüğü ise, Latince ‘depressus’ tan gelmektedir.

Depresif duygular (depresif duygudurumu, ‘mood’) sağlıklı insanlarda istenmeyen ya da hayal kırıklığına neden olan yaşamsal olaylar karşısında ortaya çıkan, sıkıntı, üzüntü ve keder içeren duygusal tepkiler olup, yaşamın normal bir parçası olarak kabul edilebilirler. Ancak klinikte ruhsal bir rahatsızlık olarak kabul edilen ‘depresif bozukluk’, duygusal bir tepkiden çok daha şiddetli ve kişinin yaşamını olumsuz etkileyen, hatta onun tüm yaşamsal işlevlerini bozan, belirli belirti kümelerinden oluşan bir sendromdur. Bu durumda depresyonu olan kişinin yakınında olan bireyler de olumsuz etkilenebilmektedir

Depresyonu olan hastaların çocukları, aile öyküsü olmayanlara göre üç ya da dört kat daha fazla risk altındadır ve maternal depresyon riski kuşaklar boyunca aktarılabilmektedir. Major depresyon için kalıtsallık olasılığı yaklaşık olarak %37-38 olarak tanımlanmaktadır ancak daha fazla yineleyici depresyon epizodu olanlar veya erken başlangıçlı olanlar için ise bu oranın daha fazladır.

Ailesel risk mekanizması, genetik, ailesel çevre faktörü ve bireysel faktörleri içermektedir. Major depresyonda genetik epidemiyoloji ile ilgili yayınlarda ailesellik büyük oranda genetik etkilerden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, aile üyelerinde depresyon riski, aile genotipini yansıtan zarar görmüş aile çevresi gibi gen- çevre ilişkisi yolu ile genetik etkilerle artmaktadır. Benzer şekilde, bireylerin genotipleri sosyal ilişkilerin yeterince gelişmemesine yol açabilir ve bu da depresyon riskini arttırmaktadır.

DEPRESİF BOZUKLUK
Pek çok psikiyatrik hastalıkta olduğu gibi, depresyonda da farklı ekoller, olaya farklı yaklaşım biçimleri, farklı modeller ya da paradigmalar açısından baktıklarından, ortadaki tek bir gerçek, birbirinden değişik şekillerde yorumlanabilmekte, bu da sonuçta hastalığın sınıflandırılması konusunda karmaşalar yaratmaktadır.

Epidemiyoloji
Depresyon psikiyatrik hastalıklar içinde en sık görülenlerden biridir. Kabaca toplumda her on kişiden birinde görülmekte olup, her dört kadından birisi ve her 8-10 erkekten birisi yaşamları boyunca en az bir kez depresif epizod geçirmektedir. Kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülmektedir. Genel olarak çökkünlüklerde yaygınlık oranı %9-20 arasında bildirilmiştir. Major depresyon orta yaşlarda (20-40) daha çok izlenen bir hastalıktır. Yaşam boyu major depresyon yaygınlığı (prevalans) % 4,4-%19,6 ve %17 olarak verilmiştir. 1 yıllık yaygınlık kadınlarda %8, erkeklerde %3 civarındadır. Yaşam boyu distimi yaygınlığı %3,1-3,9 oranlarındadır.

Biyolojik ve psikososyal etkenler birbirleriyle ile etkileşerek, duygudurum bozukluklarına neden olurlar. Hastalar dikkatle incelendiğinde, özellikle hastalığın başlangıcında, psikososyal etkenlerin payı olduğu görülür. Ancak zamanla hastalık ilerlediğinde duygudurum dönemleri açık psikososyal etki olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkabilmektedir. Manide ve yineleyici depresyonlarda, biyolojik etkenlerin daha çok rol oynadığı kabul edilir. Yineleyici depresyon geçiren hastaların birinci derece akrabalarında, hastalanma riski genel nüfustaki riske göre iki üç kat daha yüksektir. İkiz çalışmalarına dayanarak, kalıtımla geçiş oranının %31-42 arasında olduğu belirtilmektedir. Yineleyici ve erken başlangıçlı depresyonda, kalıtımın rolünün daha fazla olduğu belirtilmektedir.

Depresyon daha çok orta yaş hastalığı olup, major depresyon orta yaşta ve 45 yaş altında daha sık görülür. Daha önce var olan kanının aksine, yaşlılarda daha fazla görülmemektedir, ilerleyen yaşla birlikte, hastalarda izlenenen depresif belirtilerin artmasına rağmen, major depresyon sıklığı artmamaktadır Gençlerde ailesel depresyon kümelenmesinde rolü olan genetik faktörler, birçok ikiz çalışmasıyla araştırılmıştır. Bu çalışmalarda ortak olarak çocukluktaki depresif semptomlarda orta derecede genetik etkinin olduğu ve çocukluktan ergenliğe doğru yaş büyüdükçe kalıtsallık derecesinin artmış olduğu belirtilmektedir.

Major depresyon, kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görülmektedir. Major depresyon dağılımının ırklara ve etnik gruplara göre farklılık göstermediği ve ırklar arasında görülen bazı farklılıkların da daha çok sosyoekonomik durumun etkisinden kaynaklandığını ileri süren yayınlar yanında siyah ırkta daha az oranda major depresyon izlendiğini öne süren yayınlar da vardır.

Depresyon ayrı yaşayan ya da boşanmış kişiler arasında daha yüksek oranda görülmektedir. Özelikle yakın zamanda eşinden ayrılan ya da boşanan bireylerde major depresyon oranı daha yüksektir. Eş kaybı depresyonun ilk epizodu ile ilişkili bulunan önemli bir çevresel stres etkenidir. Bilindiği gibi kişinin birinci dereceden biyolojik akrabalarında major depresyon öyküsü varsa kendisinde de depresyon görülme olasılığı artmaktadır. Yine depresyonu olan hastaların biyolojik yakınlarında alkol bağımlılığı ve intihar girişimi öyküsüne daha çok rastlanılmaktadır. Biyolojik akrabasında major depresyon olanlarda hastalanma oranı erkeklerde %11 kadınlarda %18 oranındadır. Yine erken dönem çocukluk yaşantıları çocukluk dönemindeki kayıplar yaşanan tablonun daha ağır geçmesine, depresyon tablolarının daha erken başlamasına, kişilik patolojilerinin gelişimine zemin hazırlamaktadır. Aile üyelerinden şiddet görme, aile içinden ya da yakın çevre tarafından cinsel tacize uğrama ileride depresyon riskini iki kat arttırmaktadır.

DR.Sabri Burhanoğlu - Randevu Al