Ölüm Korkusu?

Ölüm korkusu ve kaygısı psikiyatri pratiğinde sık karşılaşılan birçok hastalığın içerisinde bulunan bir durumdur. Ölüm korkusu ve kaygısını anlamak için ölüm kavramından bahsedilmesi gerekir. Geniş ve karmaşık olan ölüm kavramının değerlendirilmesini filozof, edebiyatçı, sanatçı ve diğer bilim adamlarına bırakmakta fayda vardır. Biz kendi üstümüze düşen kısmını inceleyelim.

Ölüm korkusu ve ölüm kaygısı kavramları, çoğu zaman karıştırılır. Oysa bunlar aynı anlama gelmemektedir. Doğada ölümlü olduğunun farkında olan tek tür insandır. Kendi varlığının ortadan kalkacağını bilmek insanda nesnesi belli olmayan, varoluşsal kaygıya neden olur. Heidegger bu kaygıyı “angst” olarak tanımlamıştır.


Yaşamı tehdit eden bir durumla karşılaşan canlıların gösterdiği tepkiye ölüm korkusu;
Yaşamı tehdit eden bir durum olmaksızın öleceğini bilmenin yarattığı endişe ölüm kaygısı olarak tanımlanabilir.
Kaygı ve korku arasındaki fark konusunda ayrıntılı bilgi için
http://www.sabriburhanoglu.com/kaygi-korku-ve-endise-nedir-farklari-nelerdir     linki incelenebilir.
Ölüm kaygısı tek bir boyutta incelenemeyecek kadar karmaşıktır. Farklı boyutlar belirsizlik ve yalnızlık korkusu, ölüm sonrası cezalandırılma korkusu, yakınlarını yitirme korkusu, geride kalanlar için endişelenme, kişisel kimliği kaybetme korkusu, bedenini kaybetme korkusu, yok olma korkusu, denetimi kaybetme korkusu ve acı duyma korkusu şeklinde çeşitlenmiştir.

Ölümün neden kaygıya yol açtığı düşünüldüğünde en az dört temel niteliğinin bu kaygının nedeni olabileceği öne sürülmüştür:

1) hastalık, kaza gibi durumlar nedeniyle ölüm anında duyulan acı,

2) tüm dünyanın hatta kişinin kendi bedeninin yok olacağı büyük bir kayıp,

3) daha önceden ne zaman olacağının kestirilemezliği,

4) ölüm sonrasında ne olacağının bilinememesine bağlı belirsizlik.

Ölüm ve sonrasına dair belirsizlik ve belirsizliğin farkında olmak anksiyetenin ana kaynaklarından biri olarak değerlendirilmiştir.

Ölüm kaygısı ana hatlarıyla beş bilişsel alt kavramla tanımlanabilir.

1.Yaşamın sonlanması olarak ölüm
2. Kaçınılmaz bir olgu olarak ölüm
3. Geri döndürülmez bir bir olgu olarak ölüm
4.Fiziksel ya da biyolojik nedenlerin sonucu olarak ölüm
5.Tüm canlılar için geçerli bir olgu olarak ölüm

 Ölüm kaygısı duygusal, bilişsel, motivasyonel, yaşantısal, gelişimsel ve sosyokültürel bileşenler gösterir.

Ölüm Kaygısına Kuramsal Yaklaşımlar
Varoluşçu Yaklaşımlar

İnsanın varoluşsal sınırlar olarak tanımladığı ölüm, anlam, irade ve özgürlük gibi alanlarla ilişkilendirilmiştir. Bu yaklaşıma göre ölüm kaygısı her insanın derinliklerinde vardır ve çoğu zaman bilinç düzeyine ulaşmadan savunmalara maruz kalır. Yaklaşıma göre ölüm insanlar için büyük bir ikilem yaratır. Bir yandan özgür irade ile seçilebilecek ölüm, diğer yanda istenmese de kendiliğinden gelecek olan ölüm ikilemidir. Ölüm, insanın seçimleri ve özgür iradesi ile ölüme giden bu yolda yaşama anlam katan bir unsurdur.

Irwin Yalom varoluşçu yaklaşımla ölüm korkusunu işleyen önemli bir şahsiyettir. Yalom’a göre ölüme karşı insan çeşitli savunmalar üretmektedir. Ölüm gerçekliğini inkar etmenin, ölüm gerçekliğinden kaçmanın insanda farkında olmadığı bir kaygı yarattığını ve bu kaygıdan kurtulmanın yolunun kişinin ölümle yüzleşmesi, ölümü tanıması ve ölümün farkında olarak yaşaması olduğunu savunmuştur. Bu kaygıya karşı kurulan savunmaların psikopatolojiye neden olduğunu, insanın yaşam tarzı ve tercihlerini etkilediğini ileri sürmüştür.

Varoluşunun sonlu olduğunu kabullenen insanın yaşamı daha iyi değerlendireceği, yaşam taleplerini geleceğe ertelemeyeceği ya da geçmiş yaşantılara takılıp kalmayacağı ve şimdinin olanaklarını kullanarak otantik bir yaşam gerçekleştirebileceği öne sürülmüştür.

Psikodinamik Yaklaşımlar

Freud ilk metinlerinde ölümden bahsetmemesine rağmen yaşamının son dönemlerinde ‘yaşam ve ölüm içgüdüleri’ kavramlarıyla ölüm kavramını daha derinlikli irdelemiştir. Psikodinamik görüşler ölüm kaygısını ödipial çatışma ve ayrılma anksiyetesi çevresinde tartışmışlardır. Ölüm kaygısı ile suçluluk duygusu arasında ilişki kurulmuş, üst benliğin yaşadığı bir kaygı olarak değerlendirilmiş ve psikosomatik hastalıklar başta olmak üzere çeşitli psikopatolojilerde rol alabileceği dile getirilmiştir.

Jung’ a göre ölüm kaygısı aslında yaşama korkusunun dışavurumudur. Yaşam akıp gitmektedir ve zaman durdurulamamaktadır. Bu gerçek karşısında, insan yaşamını gerçek anlamda yaşayamaz ve ölümün geri döndürülememezliğinden kaygıya kapılır. Bu nedenle ölüm yaşamın anlamını tamamlayıcı bir durumdur ve ruh sağlığı için önemlidir.

Bilişsel Yaklaşımlar

Bilişsel modele göre kişi önce yaşanan olay ya da durumun tehdit olup olmadığını değerlendirir, tehdit eden olay ya da durum varsa olası zararlarını ve bununla nasıl baş edeceğini düşünür, sonrasında bu olay ya da durumun nasıl üstesinden geleceğini belirlemeye çalışır. Bunun sonucunda tehlikenin olup olmadığına dair yorumda bulunur. Bilişsel model ölüm kaygısının ortaya çıkmasının nedeni olarak kişinin ölüme ilişkin oluşturduğu otomatik düşüncelerdir.  Bu otomatik düşünceler ölümü kötü ve olumsuz bir olay olarak değerlendirmektedir. Böylece ölüm kaygısı artar.

Jeff Greenberg ise dehşet yönetim kuramını ortaya atmıştır. Bu kurama göre ölüm kaygısının duygusal ve bilişsel bileşen olmak üzere iki temel bileşeni vardır. İnsan ölümü sık sık düşünür ve ölüm konusuna zihin yorar bu bilişsel bileşendir. Varlığının son bulacağını bilmesinden dolayı hissettiği gerginlik duygusal bileşendir.

Kübler Ross’a göre ölüm kaygısı birçok kaygının temelinde yatmaktadır. İnsan ölüme karşı çaresizdir yapabileceği hiçbir şey yoktur. Kaçınılmaz olan ölümle karşılaştığında insan öfke duyabilir, bu duruma yakınabilir ya da ayinler ve dini törenlerle kendisini rahatlatabilir. Ross’a göre ölümü reddeden kişiler ölüm kaygısıyla baş etmekte büyük problemler yaşarlar, ölümü kabullenmek ise kaygıyı azaltır.

Fromm da insanın ölüme karşı hissettiği duyguları ölümle karşılaşıldığında duyulan normal korku ve insanları yaşam boyu huzursuz eden ölüm kaygısı olarak iki şekilde ele almıştır. Yaşam boyu tedirginliğe neden olan kaygının irrasyonel olduğunu ve bunun iyi bir yaşam sürememeyle ilgili olduğunu savunmuştur. Ölüm kaygısını ölümden değil hiçbir şeye sahip olamama, sahip olduğu şeyleri kaybetme ile ilişkili olduğunu düşünmüştür, sahip olma anlayışının ölüm kaygının nedeni saymıştır. Sahip olmak anlayışından uzaklaşıp, ‘olmak’ anlayışında olanların ölüm kaygısı yaşamayacağını öne sürmüştür.

Levinson’a göre insan geçmiş zamanda yaşamının ziyan edildiği ve her şey için çok geç olduğu düşüncesine kapılır ve yaşamdan uzaklaşır. Orta yaş krizinde bu duygular özellikle ortaya çıkar.

Erikson’un insanın psikososyal gelişimini sekiz evreye ayırdığı kuramında yaşlılık dönemindeki çatışma bütünlük ve ümitsizlik duygusu arasındadır. Bu kurama göre başarılı bir biçimde çözülen bu çatışma bilgeliğin gelişmesini sağlar ve artık kişi dünyadan ayrılmaya hazırdır. Bütünlükten yoksun olmanın pişmanlığı, yaşamı yeni baştan yaşama arzusunu ve ölüm korkusunu beraberinde getirdiği öne sürülmüştür. Bütünlük duygusuna sahip olmanın daha önceki evreleri başarılı ve dengeli bir şekilde geçirmekle ilişkili olduğu savunulmuştur.

Rollo May’a göre insan ancak yaşamın sonu olan ölümle yüzleştiği zaman kendisini yaşama adayabilir.

Ölüm korkusunun psikiyatri pratiğinde en fazla Anksiyete ve Panik bozukluğunda görmekteyiz. Panik bozukluğun yani panik nöbetinin temel semptomlarından biri ölüm korkusu olabilmektedir. Bazı obsesif kompulsif bozukluklarda “kabir azabı” nı düşünmek, “intihar eder miyim” veya “birini öldürür müyüm” şeklinde obsesyonlar sık görülmektedir. Depresyon kliniğinde ölüm düşünceleri yüzdesi çok yüksektir. İntihar etme düşüncesi veya girişiminden bağımsız olarak “ölsemde kurtulsam” “doğal yollarla ölsem” “Allah canımı alsa da kurtulsam” şeklinde düşünceler çok gelir.
Yaş ilerledikçe psikopatolojiden bağımsız olarak ölüm yaklaştığı için ölüm korkusu veya kaygısı olasılığı artmaktadır. Kişinin içinde bulunduğu kültürel yapının özellikleriyle uyumlu bir biçimde yaşaması, özsaygısını artıracak eylemlerde bulunmasının ölüm kaygısını azalttığı ileri sürülmüştür.

Dini inançlar, çocuk sahibi olmak, çocukları kendisinin bir parçası olarak görmek, toplumun başarı olarak değerlendirdiği hedeflere ulaşmak, geride bir eser bırakmak gibi tutumlar ölümle ilgili süreçlerde faydalı olduğu gözlenmiştir.

Ölüm kavramı, ölüm korkusu veya kaygısı bireysel farklılıklar gösterdiği için kişisel değerlendirmelere ihtiyaç duyar.

DR.Sabri Burhanoğlu - Randevu Al